Sosyal medya, kavram olarak hayatımıza girdiği andan beri, bir medya mensubu olarak bu yeni durum karşısında nasıl pozisyon almak gerektiğini hem kişisel hem de kurumsal olarak araştırıyor, öğrenmeye çalışıyorum. Bu amaçla da çoğu kez sosyal medya ile kesişen alanlardan uzmanlarla röportajlar yaptım. Edindiğim tecrübeleri bir sosyal medya kullanıcısı ve medya mensubu olarak paylaşmak üzere bu satırları yazıyorum.
Her şeyden önce sosyal medya denilince panikten doğan bir yanlış karar verme ve hatalar zinciri görüyoruz. En büyük hata, “Artık sosyal medya var, konvansiyonel medya bitti” yanılsaması oluyor. Hatta, “Konvansiyonel medyada yer almanıza artık gerek yok, sadece sosyal medyada yer almanız yeterli” şeklinde sunumlar yapan ve şirketleri yanlış kararlar almaya yönlendiren ‘sözde’ sosyal medya uzmanları görüyoruz.
Nasıl ki, bir medya aracı kendiden önce doğan aracı yok etmediyse, sosyal medya için de aynı şey sözkonusu. Çok sık verilen bir örnektir ama, nasıl TV keşfedilince radyonun tarih olacağı yanılgısı doğmuş ve radyo hala yaşama tutunan bir medya enstrüman olarak devam ediyorsa, burada da aynı şeyle karşı karşıyayız.
Reklam bütçelerinin medya araçlarına göre dağılımına baktığımızda ise hala en çok bütçenin televizyona ayrıldığını görmekteyiz. Çünkü televizyonun yaygınlığı ve ulaştığı kitleyle, internet kullanıcı sayısı ve internette sosyal medya araçlarını kullanan kişilerin yaygınlığı arasında büyük farklar var.
Mevcut durumda dijital mecra payını artırmakta ancak TV yaygınlığına paralel olarak reklamverenlerin tercih ettiği birinci mecra olma konumunu sürdürmektedir. Buna ilave olarak, dijital mecra (dolayısıyla da sosyal ağlar) ile radyonun reklamverenler için yükselen bir tercih olarak çıktığını görüyoruz.
Yine çıkış noktamız olan sosyal medya konusuna gelirsek; her mecrayı kendi şartlarında ve kendi özelliklerine göre değerlendirmek ve hedefe göre tercih etmek gerektiğini söylemeliyiz. Mecraları birbirinin yerine geçen yok eden şeklinde olarak sunmak yerine, her mecrayı kendi koşullarında değerlendirmeli, birbirinin destekleyicisi olarak görmeliyiz. Örneğin marka olarak bir kampanya yapacaksak, bu kampanyanın amacı, hedef kitlesi gibi kriterlerini belirledikten sonra, bu kampanyanın başarılı olması için tercih edilecek mecraları belirlemeliyiz.
Örneğin hanelerde satınalma kararlarında büyük etkisi bulunan kadınları ilgilendiren bir kampanya yapıyorsak, kadınların evde ve ekran başında olduğu zaman dilimi ve izledikleri programları hedeflemek ve ziyaretçi kitlesi kadın olan web siteleri ile okuyucuları kadınlar olan basılı dergileri tercih etmekten doğal bir şey olamaz. Burada sosyal ağlardan yararlanmak da kampanyada tamamlayıcı bir unsur olarak kullanılabilir.
15-25 yaş arası gençleri hedefleyen, yenilikçi ve teknolojik ürünleri konu edinen bir kampanya yapıyorsak burada dijital mecranın daha fazla öne çıktığını görürüz. Çünkü 15-25 yaş arası gençlerin TV izleme oranı çok düşüktür, TV yerine Youtube gibi platformlardan video izlemek onlara daha cazip gelmektedir.
Benzer şekilde Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinin kullanım oranları da bu grup içinde yüksektir ve bu kitleye direkt ulaşmak için dijital mecra televizyondan daha elverişlidir. Bu kampanyada da her ne kadar dijital mecranın gücünen yararlansak da, TV’de gençlerin (az da olsa) izlediği programları hedefleyerek planlama yapmaktan da geri durulmamalıdır. Basılı yayınlara gelince de gençlerin satınaldıkları gazete ve dergiler de kampanyamızın bir ayağını oluşturabilir.
Sözün özü:
1- İnternet, bir başka deyişle ‘dijital mecra’ giderek önemini artırmaktadır ve görmezden gelmek, yok saymak mümkün değildir.
2- Televizyon hala reklamverenlerin en fazla bütçe ayırdığı mecradır ve IPTV ile birlikte TV’nin payının daha fazla artması beklenmektedir.
3- “Sosyal medya geldi, konvansiyonel medya gidiyor” diyerek müşteri avına çıkan ‘sözde’ sosyal medya uzmanları derslerine daha iyi çalışmalıdır.
(Türkiye Bilişim Derneği tarafından yayımlanan Bilişim dergisinin Nisan 2011 tarihli 131. sayısında yayınlanmıştır.)