Pazar akşamı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın internet medyası yöneticileriyle buluşmasındaydım. Başbakan’ın internet medyasını ilk kez muhatap alması ve İnternet Medyası Derneği’nin (İMD) girişimiyle, böyle bir toplantı düzenlenmesi önemli bir gelişme. İzlenimlerine geçmeden önce İMD üyesi olmadığımı belirteyim. AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanı Hüseyin Çelik’in davetiyle gerçekleşen etkinlikte ben yenisafak.com.tr’yi temsilen bulundum.
Toplantıda sanıyorum 80 kadar internet haber sitesi yöneticisi vardı. Bu kadar haber sitesi, bu kadar internet medyası yöneticisi var mı ülkemde diye düşünürken, durumu idrak ettim. Anladım ki, oradakilerle bizler aynı mesleği icra etmiyoruz. Hatta biraz daha ileri gideyim, orada bulunanlarla aynı pozisyonda adımızın anılmasını dahi kendimize hakaret olarak görüyoruz. Çünkü, mesleği gazetecilik olan ve bunu da interneti bir mecra olarak kullanarak yapanların yanında, gazete içeriklerini talan eden, çalıp çırpan, telif ücretini gazetelerin ödediği yazarları kendi yazarları gibi sitelerinde kullanan, abone olmadığı ajansların haberlerini kullanan ve tüm bu ‘çalma’ eylemleriyle gelir elde edenlerle aynı mesleği icra ediyormuşçasına muamele görmek istemiyoruz.
İnternet medyası buluşmasında, organizasyonu yapan Hüseyin Çelik, evsahibi olarak, internetin öneminden bahsetti. Nabza göre şerbet diyebileceğimiz tarzda bir konuşmaydı bu. İnternetin öneminin arttığını, gazetelerin 5 yıl içinde biteceğinden falan bahsetti. Hitap edilen kitle gözönüne alınırsa, doğru bir söylem olarak kabul edilebilir. Ancak, gazete yöneticilerine hitap ederken de, “İnternet güven vermeyen bir mecra” denilebilir diye düşünmeden edemedim.
Hüseyin Çelik, konuşmasını bitirdikten sonra Başbakan Erdoğan’ı karşılamak için izin istedi ve bir süre sonra Başbakan’la birlikte salona döndü. O günkü toplantıya Başbakan 1.5 saat kadar geç geldi. Gecikme için özür dilerken, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile yaptığı görüşmenin bu gecikmeye neden olduğunu öğrendik. Başbakan’ın konuşması ise, önceden hazırlanmış, promterdan okunan bir metindi. Giriş bölümü, internet kullanım rakamları ve istatistiklerinden ibaretti. Kendisi de zaten bunu, “İnternetteki gelişmeler o kadar hızlı ki, ben bile telaffuz etmekte güçlük çekiyorum” diye itiraf etti.
Bu toplantıda hükümetin, internetin bir mecra olarak önemini kavradığını, önemsediğini, ancak bunu kontrolden çıkan bir mecra olarak kaygıyla takip ettiğini gözlemledim. CHP eski Genel Başkanı’nın video kaydının bir haber sitesi istisna olarak (o da 12 dakika içinde hükümet müdahalesiyle siteden çıkarılmıştı) internet haber sitelerinde yer almamasını, örnek bir internet haberciliği olarak değerlendiriyor hükümet kanadı. İnternetin bu tür durumlarda, insan haklarını ihlal etmeden yayınlar yapmasını, daha sağduyulu olmasını istiyorlar üstüne basa basa.
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında belki de en önemli yer, site yöneticilerinden otokontrol istemesiydi. Bir başka deyişle, otosansür. Yani her site yöneticisi, kendisine gelen haberde kendisini frenleyecek, elini korkak alıştıracaktı. Burada hemen aklıma, “En kötü sansür, otosansürdür” cümlesi geldi. Hükümet burada sansür kelimesini kullanmaktan ısrarla kaçınıyor, “otokontrol”ü telaffuz ediyor. Yani herkesin kendi kendisini kontrol etmesini istiyor. Başbakan’ın, “Sansürü kabul etmiyoruz. Otokontrole inanıyoruz. Rekabet ve hız nedeniyle hatalar yapılabiliyor. Esas olan otokontroldür. Otokontrol ile internetin bir canavar olmasını engellemek ve yararlı hale getirmek zorundayız.” cümlesi, ‘internet’ ve ‘canavar’ kavramlarını yan yana getirmesi açısından ürkütücüydü.
Orada tekrar gördük ki, Başbakan’ın canını sıkan en önemli konulardan biri de haberlere yazılan okuyucu yorumlarıydı. Başbakan, kendisinin haberlerdeki yorumları okumaya fırsatının olmadığını, ancak zaman zaman danışmanlarının getirdiği yorumlar karşısında yüzünün kızardığını anlattı. Ailesine varana kadar hakaretlerin haber sitelerinde okur yorumu olarak yayınlanmasından muzdaripti. İnternet medyası yöneticilerinden bu yorumları denetlemeden yayınlamamalarını rica etti. Ancak hemen itiraz gördü. Ardından yineledi, “Ailemden geçmişimden geleceğime öyle küfürler vardı ki bunların tarifi mümkün değil. Bunlar insanı katil bile yapar. Böyle bir hak olamaz. Hukukta yataklık etme var ya, bu da yardım ve yataklıktır. Bunu siz edite edeceksiniz koymayacaksınız, yayınlamayacaksınız.” dedi.
Yorumlardan, yorumu yazan mı yoksa, site sahipleri mi hukuken sorumlu? İşte bu konuda uygulamada fikir ayrılığı var. Hukukçulara göre, site sahibi, haber yorumlarını denetliyorsa, burada inisiyatif kullanmış sayılıyor ve yorumu yazanla eşdeğer oranda yasal sorumluluk yükleniyor. Eğer site yorumları denetlemezse, bu kez yayıncı değil, ortam sağlayıcı hükmünde olup, yasal sorumluluk almıyor. Burada site sahibine düşen tek şey, soruşturma sözkonusu olduğunda, o yorumu yazan kişinin IP numarasını adli mercilerle paylaşmak. Ancak bu da tam olarak böyle çalışmıyor. Örneğin toplantıda bir meslektaşımız, Cumhurbaşkanı’na hakaret eden bir yorumu yazan kişinin IP numarasını vermesine rağmen, kendisinin de yargılandığını söyledi.
İnternet medyası toplantısına Başbakan, gündemin yoğunluğu nedeniyle fazla zaman ayıramadı. Sadece dört seçilmiş gazetecinin kendisine soru sormasına fırsat verildi. Açıkçası bu dört gazetecinin, kim tarafından ve hangi kriterlerle seçildiğini bir türlü anlayamadım. Bu isimler İMD Başkanı Hadi Özışık, Haber7 Yayın Yönetmeni Ünal Tanık, Hürriyet İnternet Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge ve Haber3’ten Aydın Özdalga’ydı.
Twitter’a da toplantı süresince aktardığım notlara göre, Özışık, “5651 sayılı yasanın sağladığı cevap ve düzeltme hakkı siteleri kilitliyor. Basın kartı alamadığı için elemanlarımızı akredite edemiyoruz. Sizin toplantılarınızı izleyemiyorlar” şeklinde özetlenebilecek bir konuşma yaptı. Çekirge ise, “İnternet medyası toplumsal olaylarda etkili. Siyasilerin bunu anlaması çok önemli. Gazze olayında internetin gücü çok iyi görüldü. İnternet olmasaydı orada olanlar karanlıkta kalacaktı. İnternet medyasındaki arkadaşların akreditasyonunu çözün bu başarı da size ait olsun” dedi.
Tanık, Obama’nın seçimi internetle kazandığını hatırlatıp Facebook’a vurgu yaptı, “5 yıl sonra hakim medya internet olacak” iddiasında bulunarak, yerli arama motoruna vurgu yaptı. Son seçilmiş konuşmacı Aydın Özdalga ise, üyesi olduğu İMD yönetiminin aksine “İnternet medyasının çok önemli sorunları olduğuna inanmıyorum” diyerek herkesi şaşırttı. Özdalga’nın soğuk duş seansı bu kadarla da kalmadı; Başbakan’ın gözlerinin içine baka baka, “Bir dahaki seçimlerde koalisyon var, internet medyasını destekleyin” dedi. Salonda gülümsemelere neden olan bu cümleye Başbakan, “Orası belli olmaz” diyerek cevap verdi. Özdalga, buna rağmen ısrarını sürdürdü, CHP-MHP koalisyonunun ufukta gözüktüğünü Başbakan’a anlatmaya çalıştı.
Bu arada son anda araya giren Barış Yarkadaş, Başbakan’a, “Cumhurbaşkanı 14 kez dava açtı bana okur yorumları yüzünden. Yurtdışından yorum yapanlar bulunamamıştır diyerek cezalandırılmıyor. Ceza yayıncıya veriliyor.” diyerek mağduriyetini dile getirdi. Başbakan, “Siz de sağlam bir editörlük sistemi kurup izin vermeyeceksiniz. Savcı küfürlere ceza vermiyor. Ağır eleştiri diyor. Kendi mensuplarına gelince ceza veriyorlar” dedi. Hüseyin Çelik’in bu arada haber yorumlarıyla ilgili benzetmesi ilginçti. Çelik, “Tuvalet kapısına yazacakları şeyleri insanlar artık haber yorumlarına yazıyorlar.” diyerek şaşırttı.
Seçilmiş gazetecilerin soru ve görüşlerini iletmelerinden sonra Başbakan izin istedi. Hüseyin Çelik’in tüm sorunları dikkatle dinleyip not edeceğini, kendisine ileteceğini ve çözüm için çalışacaklarını söyleyerek ayrıldı. Başbakan’ın gidişinden sonra, Hüseyin Çelik ile birlikte Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu Başkanı Tayfun Acarer, internet medyası yöneticilerinin sorunlarını dinleyip not almaya başladı. Ancak burada daha net ortaya çıktı ki, bu salonda bulunanlarla biz gerçekten aynı mesleği icra etmiyoruz.
O kadar ilginç istekler vardı ki; vergi indirimi yapılsın, ajans aboneliklerinde indirim uygulansın, SKK primlerini devlet ödesin, Basın İlan Kurumu’ndan ilan verilsin, KİT’lerden internet haber sitelerine reklam verilsin gibi pek çok istek sıralandı. Açıkçası seçimde bir makarnaya oy veren insanların sığlığında talepler gördüm orada ve bu kişilerle (istisnalar kaideyi bozmaz) aynı meslekten görünmekten imtina ettim.
‘Bağımsız internet medyası’ vurgusu yapanların, bu isteklerin kendilerini ne kadar bağımlı yapabileceğini göremeyecek kadar kör olmalarına çok üzüldüm. Devletin yardımını, reklamını alınca bağımsızlık ne olacak? Devlet yardımlarına göbekten bağlanmanın, bağımsızlığı bir kenara atacağını hiç mi düşünmüyorsunuz? Bir çok gazeteci, devletle olan bağlarını asgariye indirmenin, kendilerini özgür kılacağını savunur, hatta sarı basın kartı bile almayı reddederken, yeni palazlanmaya başlayan internet medyasının devletten sürekli bir şeyler ister durumda olmasını açıklayacak bir söz bulamıyorum. Yorum sizin!